Ülke ekonomileri için büyüme oranı oldukça önemli bir performans faktörü olarak hükümetler ve değerlendirici kurumlar tarafından dikkate alınır. Ancak ekonomik büyümenin getirmiş olduğu olumsuz sonuçlar var: Yeşil alanların yok edilmesi, çevre kirliliği, biyolojik çeşitliliğin yok olması, trafiğin artması, özellikle enerji kaynaklarının verimsiz kullanımı, doğal gıda tüketimi yerine daha sentetik tüketim olması gibi sebepler bunlar içerisinde sayılabilir. 2004 yılında Çin yöneticisi Wen Jiabao tarafından yapılan öneride gayri safi milli hasılanın yarattığı olumsuz etkilerin de hesaplanması gereği savunuldu ve 2007’ye yeşil GSMH hesaplaması uygulandı. Ancak 2007 yılında Çin yönetimi kendi GSMH’sini nerdeyse sıfıra yaklaştıran bu uygulamayı devre dışı bıraktı. Böylece doğayı ve insan yaşam kalitesini ölçen önemli bir ölçeğin sonu gelmiş oldu.
Bunun 2018 yılında hala birçok hükümetin gündeminde olmaması oldukça şaşırtıcı. Temel siyasi mesajlar genellikle, ekonominin büyümesi, fiyatlardaki artışın azaltılması, devlet destekleri, devlet yatırımları (yollar, köprüler, binalar) üzerine odaklanıyor. Daha çok yol daha çok para ve daha çok bina olunca doğal alanlar azalıyor, insanlar ekonomik hareketlilik ve daha kısa zamanda hayatlarını kazanmak için bu yatırımların olduğu yerlere göç ediyorlar. Belli yerlerde nüfus çok artıyor, trafik oluyor, zaman kayıpları oluyor, enerji tüketimi çıkıyor. Daha çok insan için daha çok altyapı gerekiyor bu alt yapı hızı nüfus artışına asla yetişmiyor. Bu durumda belediyeler ve şehir yönetimleri daha fazla yatırıma ihtiyaç duyuyorlar ve kısır döngü kendini tekrarlıyor. Şehirlerden sıkılanlar daha sakin yerlere gitmek istiyorlar ancak ekonomik olarak kendilerini güvensiz hissettikleri için gidemiyorlar. Sonra devletler gidilmek istenen yerlere yatırım yapıyor ve orada nüfus artmaya başlıyor aynı süreç tekrarlanıyor. Doğanın bize verdiği sınırlı kaynaklarla bir yere kadar dayanacağımız için bu sürecin sürdürülebilir olmadığı aşikâr duruyor. Bu yüzden yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var. Bu değişim olmadan daha çok yaşasak bile insan hayatı kalitesini arttırmamız mümkün gözükmüyor. Her yere binalar yaparak, yollar yaparak, AVM’ler yaparak bunu halledemediğimiz çoktan ortaya çıktı.
İşte bu noktada sürdürülebilirliği sağlamak ve insan hayatını doğayla bütünleşecek şekilde daha kaliteli hale getirmek için yenilikçi düşünmeye, doğaya zarar vermeyecek şekilde onu kullanmaya, aç gözlülüğü bırakıp hepimiz için iyi olanı isteme vakti çoktan geçiyor. Bu yüzden girişimci zihin yapısı ve yenilikçi girişimlerin varlığı büyük önem taşıyor. Neden mi? Kısaca iki yönden açıklamaya çalışayım:
Yenilikçi Girişimciler (bahsettiğim var olan bir ürün ya da hizmeti satmak için iş kuranlar değil)
• Sorumluluk alır
• Ekonomik değeri çoğu zaman destek almadan kendi yaratır
• İnsanların problemlerini çözmeye çalışır
• Sürekli gelişmeye açıktır
• İşini sürdürülebilir kılmak ister
• İnsana ve doğaya önem verir(çünkü en büyük kaynağı onlardır)
• Analitik düşünür, olayları elindeki bilgi ile iyi analiz eder
• Başarısızlığı kendine atıf etmek yerine bir öğrenme fırsatı olarak görür
• Unvanlarla uğraşmaz anlamlı ilişkiler kurmak ve değer yaratmak onlar için daha önemlidir
Yenilikçi Girişimler
• Kardan önce değer yaratır
• Sürdürülebilirlik sağlar
• Kaynakları verimli kullanır
• Rekabet yerine stratejik ortaklık yolları arar
• Yıkıcı değil yapıcıdır
• Sektör yerine bir birbirini besleyen bir ekosistem yaratır.