90’lı yıllar büyülü yıllardı.

90’ları unutmak mümkün değil, bu yüzyıl unutmayacak 90’ları.
Şarkınız güzelse, iyiyse, star elektriğiniz ve enerjiniz varsa star oluyordunuz.

90’ların en sevilen parçalarından olan Sevdik Sevdalandık şarkısı ile tanıdığımız güzel şarkıcı Reyhan Karaca, 2000’li yıllarda çıkardığı ‘Gidesim Gelmiyor’ ile de adından söz ettirirken ‘Gölge Çiçeği’, ‘İki Gözüm’ gibi çok sevilen slow şarkıları ile gönüllere taht kurdu. Son albümü Roma’da savaşçı Roma kadını ile karşımıza çıkan Reyhan Karaca kapak konuğumuz oldu.

Müzik eğitiminize, küçük yaşta İstanbul Çocuk Korosu’nda başladınız. Sonrasında, müziği meslek olarak seçmeniz nasıl gelişti?

Çocuk Devlet Konservatuarı’ndan erken yaşta eğitim almaya başladım. 11 yaşında konservatuara girdiğimde, müziğe enstrümanist olarak devam edeceğimi düşünüyordum. Fakat 12-13 yaşlarımda büyük hayranlık beslediğim İngiliz şarkıcı George Michael’dan dolayı şarkıcı olmaya karar verdim.

Bir dönem İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğretim üyesi olarak görev yaptınız. Akademisyenliği düşünmediniz mi?

11 yıl süren çalgı eğitim bölümünü bitirdikten sonra Basın Yayın Halkla İlişkiler bölümü yüksek lisansı için sınavlara girdim ve 3 puanla yüksek lisansı kaçırdım. Ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler bölümü, yüksek lisansı sınavına girdim ve kazandım. 3 yıl yüksek lisans yaptıktan sonra yine aynı teknik üniversitesinin konservatuarında öğretim görevlisi olarak kalmam istendi. 3 yıl kemane öğretmeni olarak Devlet Konservatuarı öğretim görevlisi olarak çalıştım. Yoğunluktan dolayı doktora sınavları için biraz ara verdim. Öğretim görevlisi olarak da devam ettim. Bir süre sonra okulda kadrolu olarak kalmakla, müzik hayatıma devam etmek arasında bir seçim yapma noktasına geldim ve müzisyenliği seçtim.

Sinema sanatçısı bir baba, Ahmet Karaca’nın kızısınız. Sizde bu yönde bir eğilim olmadı mı?

Babam 35 yılını sinemaya vermiş karakter oyuncularından birisiydi. Benim ilk başlarda sinemayla ilgilenmemi, oyuncu olmamı istemedi. Fakat daha sonra gelen ısrarlarla 2-3 yaşlarındayken fotoromanda oynadım. Ortaokul çağlarında da Orhan Gencebay’ın bir filminde oynamıştım. Yine konuk oyuncu olarak… Arkasından 1988 yılında hem kamera arkasında çalışıp yani yönetmen asistanlığı yapıp hem de bir sinema filminde rol aldım. Filmdeki rolüm küçüktü ama çok önemli isimlerle yönetmen yardımcılığı yaptım. Üç ayrı dizi film deneyimim oldu. Devam etmeyi çok isterim, en büyük arzum da bir sitkom’da oynamak. İnşallah bir gün bu hayalimde gerçekleşir.

Birçok sosyal sorumluluk projesinde gönüllü olarak yer aldığınızı biliyoruz. Bu konuda söylemek istediğiniz bir şey, vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Sosyal sorumluluk projelerinin, bir sanatçı için, bir şarkıcı için veya tanınmış bir kişilik için gerekli olduğunu düşünüyorum. Biraz vicdanınızla da alakalı bir durum bu tabi ki… Benim hayvan tutkum olduğunu herkes bilir. Türkiye’de hayvanlara ve çocuklara yapılan, Dünya’da da olan ama Türkiye’ de çok da göz önünde olan bu zulmün durdurulması için elimden ne gelirse yapmaya hazırım. Sayın Cumhurbaşkanı’mıza da bunu iletmiştim bir zamanlar. Bununla ilgili her türlü çalışmanın içinde olmak istiyorum ve birebir, hatta aktif olarak da çalışmak istiyorum. Elimden geldiğince hayvan hakları konusunda destek olmaya çalışıyorum. Hayvan haklarıyla ilgili çalışan çok önemli bir toplum var Türkiye’ de. Elimden geldiğince ünlü bir kişilik olarak destek vermeye çalışıyorum. Çalışmaya da devam edeceğim.

Bir süredir müzik dünyasından uzaktınız. Bu yeni çalışmalar için hazırlık mı, yoksa bir inzivaya çekilme ihtiyacı mıydı?

Yaklaşık 2014 yılından beri arka arkaya nerdeyse 3 ayda bir şarkı çıkardım. Bunların birçoğu klibi, imajı her şeyi Amerika’da yapılmış şarkılardı. Bu son şarkımızı Türkiye’ de yaptık ‘Roma’ Selahattin Erhan şarkısı, düzenlemesi Okan Akay, klibi Gökhan Özdemir’e ait. Son görsellerimiz de o şarkının görselleridir. Hiçbir zaman müzikten uzak kalmayı istemiyorum. Gündemde olmadığım zamanlar var tabii… Ama bu müzikten uzak olduğum anlamına gelmiyor. Şu an dinlenen ve 3,5-4 milyon tıklanmış klipler var.

Son çıkan albümünüzün adı Roma ve albüm kapağında savaşçı Roma kadını görüyoruz. Bunun bir hikâyesi var mı?

Görseller tamamen çok planlı yapıldı fakat kapak görselinin üstündeki kafamdaki Roma tacı tamamen kucağımıza düştü diyebilirim. Bu işimizdeki sanat yönetmenimiz Roma’daki sanat yönetmenimiz Onur Hazar, kostümlerimi ayarlarken böyle bir taç buluyor. Olabilir mi deyip, klip çalışmaları sırasında denedik. Görseli çok güzel fakat çok da ağır bir taçtı, hatta iki gün kafam ve alnım demirin ağırlığından morardı. Hikâyeyle bağlantılı, enstantene gelişmiş mucizevi bir şans gibiydi diyebiliriz. Tesadüflerin dışında Roma ve Roma’nın sözleriyle ilgili savaşçı bir kadın var. Hikâye biraz beni anlatıyor, hiçbir olumsuz koşulun karşısında ezilmeyen ve dik duran bir kadın. Aşkından gurur duyan, sevgisinden gurur duyan bir kadın… Kendimle, kişiliğimle bir bağ var bu hikâyede.

Amerika’da klip çekme fikri nasıl gelişti? Neden Amerika?

35 yıllık dostum, artık kardeşimden öte öte olan biri var benim için. Amerika’daki bütün işlerimin prodüksiyonunu ve imaj rektörlüğünü yapan Ayzak Angel. Bana bir proje ile geldi, Amerika’da besteci olan Jey Arpe’nin, İngilizce bir şarkısını okumamı istedi. Şarkıyı üç-dört Türk şarkıcıya okutup, kendisine dinletiyorlar. Benim sesimin rengini enteresan buluyor ve benimle çalışmak istiyor. Ayzek ile ikisi bu prodüksiyonu üstlenip, bana teklifte bulundular. Ben Amerika’ya ilk konser için gitmiştim. Ayzek ile orada buluştuk, şarkıları dinledik, besteciyle birlikte, şarkıları seçtik, önce şarkıları dinledim daha sonra sözleri yazıldı. Sözleri de sevgili Murat Güneş yazdı. Sobe’nin sözlerini okumaya Amerika’ya gittim, şarkı orada kaydedildi. Sonra yönetmenimi, Gökhan Özdemir’i alıp tekrar Amerika’ya gittim, bir imaj çalışması yaptık. Amerika’da gelişmesinin sebebi, prodüksiyonun tamamının Amerika’da olmasıydı. 2. ve 3. İşlerde yine Ayzek Angel’ın sanat yönetmenliğinde geliştiği bunları da orada yaptık.

Bundan sonraki hedefleriniz, projeleriniz neler?

Bundan sonraki hedeflerim arasında, daha sık, ara vermeden, şarkılar üretmek olacak. Şu an bir proje daha var. Sevgili Selahattin Erhan ile üstünde çalışıyoruz. İkincisi sürpriz olsun, iki proje var hatta. Hangisini önce çıkarabilirsek onu önce çıkarmayı planlıyoruz. Ama hazır böyle bir rüzgârla giderken, sağlam ve gurur duyacağım bir iş ile tekrar devam etmek istiyorum. İş geliştikçe söyleyeceğim. Konserler de var. Hakan Küfündür ile 90’lar projemiz devam ediyor. Neredeyse bütün Türkiye’yi dolaşacağız kış aylarında. Ayrıca benim kendi özel konserlerim ve festivaller var. 12 Eylül’de bir Amerika seyahati olacak 10-15 gün kalacağım. Belki daha uzun bilmiyorum biraz yenilenme olacak bu benim için. Döner dönmez de yeniden her şeye baştan başlayacağız.

Ve 90’lı yıllar… Özel radyolarla, TV kanallarıyla tanıştığımız dönem. Bir sanatçının bir kliple bir gecede şöhret olduğu yıllar bir yandan da… Siz de bu dönemi yaşamış bir sanatçı olarak o dönemi nasıl değerlendirirsiniz?

90’lı yıllar büyülü yıllardı. Sanmayın ki her şey çok kolaydı. Her çıkan meşhur olmuyordu. Çünkü tek kanal, tek müzik kanalı vardı. Şu an da, piyasada ücret ödeyip, internette kliblerini tıklatan insanlar var, o zamanlar böyle şeyler yoktu. Şarkınız güzelse, iyiyse, star elektriğiniz ve enerjiniz varsa star oluyordunuz. O dönemlerde yaptığım sağlam işler benim bu müzik piyasasında köklü ve sağlam yer edinmeme vesile oldular. O yüzden o yılları altın yıllarım olarak görüyorum. Birlikte, müzik yolculuğunda beraber yürüdüğüm arkadaşlarımın hepsi şuan kalıcılığını korudular. Koruyamayanlar, üretmeyenler ve çalışmayanlar oldu. O sebeple ben kendimle gurur duyuyorum. Azimle, tek başıma, dimdik ayakta, kendi projelerimi kendim yapar şekilde olgunlaştım. 90’lara gelecek olursak, o yılları unutmak mümkün değil bence, bu yüzyıl unutmayacak 90’ları.

Sizi göremediğimiz ya da daha az gördüğümüz albümler arası neler yapıyorsunuz?

Artık hayatımızda sosyal medyada denen bir olgu var. Bu da bizim ne yaptığımız/yapmadığımız konusunda net bilgi verebiliyor. Zaman zaman yalnız kalmak istediğimde sosyal medyadan da uzaklaştığım dönemler olmuyor değil. Çünkü sosyal medyanın da hayatımıza müdahalesi malum…
Ben spor tutkunu biriyim. Spor yapmak hayat felsefem… Biraz spor yapmadığımda vücudum isyan ediyor. O yüzden görünmediğim zamanlarda mutlaka ya sevdiklerimle zaman geçiriyorumdur, ya bir ya kitap okuyorumdur, ama %90 spor yapıyorumdur. Spor da; ya box, ya Pilates ya da tenis oluyor.

Bildiğiniz gibi Narlıdere Life İzmir’de çıkan bir dergi. Size İzmir desek…

Bana İzmir derseniz, İzmir ile ilgili çooook uzun cümleler kurabilirim. Ama kısaca İzmir benim için güler yüz, İzmir sıcak, İzmir güneş, İzmir sevgi, İzmir mutluluk. İzmir’i düşününce gözlerimi kapattığımda bunları hissediyorum. Narlıdere Life okurlarına, sevgilerimi gönderiyorum. Beni ağırladığınız için çok teşekkür ederim.

0 Shares:
Bir yanıt yazın
You May Also Like