Odaklanarak Çalışmalıyız

Hilmi Uğurtaş /Atatürk Organize San. Yön. Kurulu Başkanı

Şu günlerde sanırım gündemimizi en çok meşgul edecek sorular “2016 yılı nasıl geçti?” ve “2017’den neler bekliyorsunuz?” olacaktır.

Bu değerlendirmeye girmeden önce, genel bir tabloya bir kez daha bakmak gerekir.

Türkiye’nin 2002-2007 büyüme ortalaması yüzde 7’lerde idi. 1990-2007 arasında ise ortalama yüzde 5,5 dolaylarında. Oysa son 5 yıldır bu ortalamanın altında büyüyoruz.

OVP öngörüleri gerçekleşirse 2017 sonunda tam 7 yıldır dönem ortalamalarının altında büyüyeceğiz.

IMF başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin 2016 büyümesini aşağıya doğru revize ederken, 2017 ve 2018’de stabil bir büyüme beklemektedirler. Ancak 2016 sonrası beklenen toparlanma yaşanmazda 2017 ve 2018’in çok zor geçeceği öngörülmektedir.

2002-2007 yılları arasında sanayimizin büyümesi yüzde 8’lerde idi. Oysa son beş yılda yüzde 4,5’lara, son iki 2 yılda ise yüzde 4’ün altına düştü.

Ara malı imalatı, madencilik, enerji, tekstil, konfeksiyon, deri ve metal sanayisi gibi sektörler genel ortalamanın da altında büyüdü.

Son üç yılda imalat sanayi ihracatımız 8 milyar dolar geriledi.

Özel sektörün dış borcu 300 milyar dolara dayandı. Bunun 90 milyar doları kısa vadeli.

Reel sektörün döviz pozisyonu açığı iyice arttı.

Reel sektör ; finansman riski, kur riski, vade riski gibi riskler içinde yaşıyor.

Kredi kullanımı optimum seviyeleri geçtiğinde tehlike çanları çalıyor.

Bu durumda hem işletme sermayesi için hem de başta  yenilemeler  olmak üzere yeni yatırımlar ya askıya alınmakta ya da öz kaynaklarla karşılanmakta.

Öz kaynağı yetersiz olanlar özellikle KOBİ’ler vade kullanımı ile ticari kredilerle finansman sağlamaktadır.

Bu durum özellikle teknolojik alt yapı içinde üretilecek Ar-Ge ve inovasyona dayalı ürünlerin sayısını azaltmaktadır. 2015 yılında ihracatımızın 1 kg’sinin değeri 1,3 dolar iken, bu rakam Güney Kore’de 5 dolara ulaşmaktadır.

Sanayi hak ettiği değeri bulamadığını gördükçe, konuta, gayrimenkule, inşaata, hızlı tüketim malları ve hizmet pazarlamaya yönelmekte.

Diğer yandan, üretim ile birlikte gelişen istihdam da ise Ağustos verilerine göre işsizliğin  yüzde 11 bandını aştığını gördük. Genç işsizlerde ise bu rakam ne yazık ki yüzde 19,9.

İç ve dış piyasalardaki durgunluk, Türkiye ile ilgili oluşturulan  algı ile birlikte ihracatımızda ciddi zorluklarla karşı karşıyayız. Sanayici Dostlarımızdan son zamanlarda özellikle AB pazarlarında yaşadıkları zorlukları duyuyoruz.

Ancak istihdam da yaşanan bu azalış bize bırakın yeni yatırımı , var olan üretim kapasitesinin bile optimum ölçülerde kullanılamadığını göstermektedir.

Yeni yatırımlar konusunda da kısır bir dönem yaşıyoruz. Bankacılık sektörünün  yatırımları yeterince desteklemediği görüşünün yanında ülkemizdeki belirsizliklerin , yurt içi ve  yurt dışı kaynaklı gerginliklerin özellikle yabancı yatırımlar üzerinde bekle-gör etkisi yarattığı da göz ardı edilmemelidir.

Bankacılık sektörü ile  siyaset arasında yaşanan uyuşmazlığın, uluslararası kaynak pazarında yarattığı olumsuz algı ve etkileri dikkate alınarak, uyumlu bir çalışma ortamı yaratılmalıdır.

Türkiye’nin içinde geçtiği zor günlerin, yaşanan zor şartların varlığı herkes tarafından bilinmekte. Bu ortamda iş dünyası ortamı nasıl görüyor diye yapılan araştırmalara şöyle bir bakıldığında karşımıza çıkan gerçeklikler şunlardır.

İş dünyasının önemli bir kısmı 2016’da işlerin 2015’ten kötü olduğunu söylemektedir.

Belirsizlik piyasalardaki en büyük sıkıntı olarak görülürken, nakit akışında yaşanan sıkıntılar,  uzun vadeli alacaklardaki   aksamalar, talep yetersizliği gibi sıkıntılar belirsizliği izlemektedir.

Bu sıkıntılar nereden kaynaklanıyor dendiğinde ise; iç siyasi ortam, finansman sıkıntıları, iç ve dış talep yetersizliği, Türkiye’nin dış ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar dile getirilmektedir.

Bu sorunları çözmeye nereden başlamalı dendiğinde ise; yüzde 80’e varan   bir çoğunluk öncelikle terör sorununun çözülmesi istemektedir. Daha sonra ise, Türkiye’nin içinde bulunduğu dış politika sorunlarının asgari seviyeye indirilmesi, girdi maliyetlerindeki yüksekliğin makul seviyeler çekilmesi, finansman ulaşım, cari açıkla mücadele, tasarrufların yetersizliği, döviz ve kur hareketlerinde istikrarsızlık gibi konular art arda sıralanmaktadır.

Bu sorunları nasıl aşacağız dendiğinde ise; her 4 kişiden 3’ü adalet sisteminin kalitesinin arttırılması ve hızlandırılması gerektiğini söylemektedir. Yani toplumumuz hukuk olmadan ekonomik sistem ve istikrar olmaz demektedir.

Yine toplumun önemli bir kısmı da, ekonominin ihtiyaçlarına uygun bir eğitim sistemi olmadan çıkışın bulunamayacağını düşünmektedir.

İthalata bağlı özellikle enerjideki dışa bağımlı bir üretim yapısının yarattığı zorluklar herkesin dilindedir.

Pek çok iş adamı da, siyasi  partiler ve seçim yasasının değişmesi ile politik sorunların  asgariye indirilerek, iş dünyasının siyasetteki varlığının kuvvetlenebileceğini söylemektedir.

2017 nasıl olacak sorusuna gelindiğinde ise; OVP’ye bakmak lazım.

Programın, makroekonomik yapısı çizilirken, global büyümenin artacağı,

global belirsizliklerin azalacağı, finansal piyasalardaki dalgaların daha küçük olacağı, ülkemizin taşıdığı jeopolitik risklerin kısmen azalacağı,

ABD –FED politikalarının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere  kaynak akımının önünü kesmeyeceği,

başta AB olmak üzere ticari partnerlerimiz ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilerin daha iyileşmese de, daha da kötüleşmeyeceği,

alınan tedbirler, geliştirilen ve artan destek ve teşviklerle yatırımın hareketleneceği, özellikle ülkemize gelecek yabancı sermayenin büyümeyi tetikleyeceği varsayılmıştır.

2017 yılında bahsettiğimiz pek çok etkenin ne olacağı Türkiye’nin kontrolü  dışında.

Bu  durumda iş  dünyasının  genel ekonomik tablo olarak 2017’ye yönelik bakışı ne yazık ki, iyimser değildir.

Bilinmeyenlerin  bu denli çok olduğu bir ortamda 2017 yılı için doğru öngörüler oluşturmak, bu öngörüleri gerçekçi bütçelere yansıtmak gerçekten zordur.

2017 için gerçekçi bütçeler oluşturamayan işletmelerin üretim ve yatırım planlamalarını nasıl yapacağı kuşkuludur. İş dünyası sisli havada yolunu bulmaya çalışmaktadır.

Peki tüm bu görünüme rağmen mücadeleden, çalışmaktan vaz mı geçeceğiz?

Elbette Hayır…

Hem bizlerin, hem de ülkemizin önünde yapmamız gereken pek çok ev ödevi vardır.

Dışsal ve çevresel faktörlerle belirlenen şartları bir kenara bırakarak, kendi ailemizde, işimizde, işletmemizde neler yapabiliriz sorusuna odaklanmalıyız.

Bu odaklanma siyasi karar mekanizmalarına kadar yayılarak, yıllardır beklenen yapısal değişimleri kimse için değil, hiçbir blok yada dış irade için değil sadece ve sadece toplumumuz ve ülkemiz için geçekleştirmeliyiz.

Herkesin farklı bakış açıları, siyasi görüşleri farklı olabilir ama bu ülke için iyi olduğuna herkesin mutabık kaldığı pek çok konuda hep beraber çalışmak için artık vakit harcama lüksümüz yoktur. Zaman başarılabilecek, öncelikli konulara odaklanarak çalışma zamanıdır.

0 Shares:
Bir yanıt yazın
You May Also Like