İki dünya arasında kalmış bir vicdanın kuşkularla örülü sancılardan serzenişidir araf. Bunca yıllık yaşamda günah ile savap miktarını birbirine denk getirebilmiş birileri az olacağından, sakin bir yer olacağını tahmin ediyorum. Belki de yaşanılası bir yerdir? Bir gün kazanlarda kayna, ertesi gün hurilerle oyna!
Araf, hayati meselelerde karasız kaldığımızda hissettiğimiz yerdir. Ne kararınızın pişmanlığını yaşarsınız, ne memnuniyetini. Beklemede kalmak, yaşamadan anlaşılamayan acılar yaşatır insana. Ne cennetini, ne cehennemini yaşarsın, kötü bir durumdur. “Biri beni ikisinden birine iteklese” dersin ama olmaz. Buradan çıkış için o kaba etini kaldırıp harekete geçmeni bekler hayat. Sen mabadını kıpırdatmadan hiç bir şey oynamaz yerinden.
Bir araf insanı, hem cenneti, hem cehennemi içinde taşır. Hem üşür hem alev alır. Sorumsuz sanılsa da, sadece farkındalığının kurbanıdır.
Gidilemeyen ve kalınamayan yerdir araf. Gitmek ister ama gidecek yer bulamazsınız. Kalmak ister ama olduğunuz yere sığamazsınız. Araf, zamanın hep şimdide kaldığı yerdir.
“Ne kalan kalır, ne kimse gidemez
buradan ayrılıkla tartılan aşk, araftır
sonsuz bir şimdiki zaman.”
Boşlukta asılı kalmışların, iyiye ya da kötüye ait olamamışların, ne gidebilmiş ne de kalmışların yeridir araf. Çelişkilerin, şüphelerin, ‘keşke’lerin, ‘belki’lerin çektiği iplerin ucunda can çekişenlerin, bir türlü ölemeyenlerin atıldığı dipsiz kuyudur araf!
Cennette cayır cayır yanamayanların, cehennemde zevk-ü sefaya dalamayanların yeridir. Yalnız kalmışların, hiç bir şey olamamışların diyarıdır orası. Hiç bir yere, hiç kimseye ait olamayıp kalakalmışların… Ne var olabilirler, ne de yokluğa karışabilirler. Her şeyi içlerinde taşıdıkları halde, bir hiç olmaya zorlanandır onlar! Araf dediğin; sadece insanın içindedir. Araf, var olmayan ülkedir. Gidilemeyen, kalınamayan yerdir. Araf; kişinin içinde taşıdığı hem cenneti, hem cehennemidir…
“Neden sonra yol bölündü ikiye, kendiliğinden… Sana getirecekti biri, başladığım yere diğeri. Ne gelmeye, ne dönmeye vardı takatim. Kıyısına uzanıp yolun, beklemeye başladım…”
Araf; insanın hayatıyla kendisi arasında kalmasıdır en çok. Kendi cenneti ve cehennemi arasında beklemek… Aslında ikisine de razı olmak ama bir türlü doğrulamamaktır. Uyku ile uyanıklık arasındaki sınıra eş değerdir. Yüzünün gülmesiyle, gözlerinin dolması arasındaki sınır… Uyanınca biter rüya. Ayna ile duvar arasında kalmaktır. Kendini görmek istemek ya da saklanmak gibidir kalın tuğlalar arasında. Bir de kimse dokunmasın istemektir. Hem herkes yanında olsun, hem bırakıp gitsinler istemektir. Araf, aklını kaybedenlere layık görülen yerdir ya; beni beklemektedir…
ANILAR DÜŞTÜ PEŞİME
Yeteri kadar uzun yaşayıp, sevdiklerini birer birer kaybedince insan, geriye bir tek anılar kalır. Anılar, bir insanın prangasıdır. Sürüklersin, ta ki seni kendisinin olduğu yere hapsedene kadar. Bu yolculuğun sonunda ya ondan kurtulmalısındır ya da kendi yaşamından…
Anılar, kovmak isteseniz de kovamadıklarınızdır. Odanızın duvarlarına asılı kalmış, yatağınıza sinmiş olandır. Sokak başlarında yolunuzu gözleyen, yolunuz kesiştiğinde sizi takip etmeye başlayandır. Sinema köşelerinde yanınızdaki boş koltuğu hiç sormadan doldurandır…
Bazen iş yerinizde karşınızda duran sandalyenin boşluğu, bazen de yatağınızın sol tarafındaki soğukluktur. Bazen banyoda bardağın içinden eksilmiş bir diş fırçası, bazen de fotoğraflarda gizlenmiş nefeslerdir. Bazen karda ayağınız kaydığında tutunacak birini bulamamaktır. Bazen de şerefe kaldırdığınız karadut şarabının tek kadehlik olmasıdır…
Hatırlamak istesek de istemesek de her yerdeler! Hiç beklemediğimiz bir anda yüzümüze tokat gibi çarpmayı beklerler. Belki bir anlık şok, belki aniden çöken hüzün ya da küçük bir tebessüm? Sırf bu yüzden bazı şeyleri unutmak diye bir şey yok! Zaten ‘unutulmaz’ olan ne varsa hayatta, anılar vardır arkasında. Her anı acıtır mı insanı bilemem ama ‘acı’ kelimesi eksik kalırdı anılar olmasa…
“Acı diner, gözyaşı da. Özlem bile azalabilir de bir tek anılar mı kalır yerli yerinde?” Okyanuslar mürekkebim, ağaçlar kalemimdi. Duvarda çerçeveydi yaşayan anılar, bir tebessüm etseler gözlerim dolar. Taşar sular ve ruhumu sel basar, kalbimde küçük bir çocuk yaşar…
Kendimizi anılarla tatmin ederek ya da anılar için acı çekerek bir yere varamayacağımızı öğrenemedik. Bir de baktım ki; anılar için anlamlı söz sarf ederken geleceğe kekeme kalmışız…