Atatürk’ün leblebilerini yürüten çocuk

“Hanri, karşısına oturduğu Ata’sını hayran hayran seyredip dinlerken, bir yandan da tabaktaki leblebilerini yiyip bitirdi.”

İshak/Fortüne çiftinin 27.Mart.1930 tarihinde doğmuş olan oğulları Hanri Benazus, “Atatürk’ün leblebilerini yürüten çocuk” olarak tanınmış. Ata’yı son görenlerden biri…

Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazdığı kitapları ve binlerce fotoğraftan oluşan Atatürk fotoğrafları koleksiyonu var. Hanri Benazus, Narlıdere Life için Atatürk ile ilgili anılarını, fotoğraflarını bizimle paylaştı.

Yazarlık tutkunuz nasıl başladı?

Kendimi bildiğimden beri, kendimce bir takım karalamalar yapardım. Ancak bunları bir düzene koymam ve başlarda amatörce de olsa bir yayın noktasına getirmem 1980 yıllarının başlarını bulmuştur.

Çevrem, dost ve yakınlarım hep bilirler. Kimi zaman yolda, kimi zaman bir toplantıda cebimde taşıdığım kalemi çıkarır ve bir küçük kâğıda bir şeyler karalar dururum. Bu durum tahminen 17,18 yaşımdan beri, benim alışkanlığa dönüşen bir yanım.

Kâğıda döktüğüm bu karalamalar, genellikle o an aklıma geliveren, ya da çevremin etkisi ile bende yansımasını bulan duygu ve duyuşların az ve öz kelimelerle anlatımlarıdır. Bu uygulamam, o sihirli anın geçişi ile kelimelerde şekillenen “Özdeyiş”lerin de kaybolmasına karşı bulduğum yoldur.

Atatürk’ün leblebilerini yürütme hikâyeniz var, anlatır mısınız?

9 Ekim 1937 tarihinde, Atatürk Ege Manevralarını izleme sebebiyle Aydın’ın Ortaklar kazasına (O zamanlar küçük bir köydü) geliyor.

Karşılayıcılar arasında muhtar, öğretmen, istasyon şefi İsmail Bey, imam ve İncir Tarım Satış Kooperatifi’nin yazmanı olan babam İshak Benazus, devleti temsilen başı çekiyordu. Babamın eline nasıl yapıştığımı, nasıl onunla Atatürk’ü karşılamaya çıktığımızı ve ardından da nasıl babamın elinden kaçıp Atatürk’ün yanına gittiğimin anısı bende “Atatürk Tutkusunun” ilk kıvılcımını çakmıştır.

Hele hele ardından Atatürk’ün beni elimden tutup trenine bindirmesi ve benim ona getirilen rakısının yanındaki leblebilerini yemem, zannedersem memleketimizde, şu anda yaşayan 70 milyon insan arasında beni ayrıcalıklı kılmaktadır.

Evet, koyu bir Atatürkçü’yüm. Çünkü ben “Bir Türküm” demekle, “O”nun direktifi ile bu Güzel Vatanda bir “Onurlu Yurttaş” kademesine eriştim.

Kaç kitabınız oldu?

Şu ana kadar yayınlanmış kitaplarımın sayısı 68 i bulmuştur.  Kitaplarımda işlediğim ana tema çoğunlukla; insan ve insan denen sorunlar yumağının ilmikleri arasında geçmektedir. Bu arada yakın tarihimiz ve özellikle Atatürk, Atatürk’çülük ve Ulusal Kurtuluş Savaşımız en büyük araştırma konularımın arasında yer almaktadır.

Sergi ve tanıtımlar için hep seyir halindesiniz yorucu değil mi bu durum sizin için?

Hayatım hep Türkiye çapında seyahatlerle geçmektedir. Bu seyahatlerimin ana sebebi üniversitelerde, okullarda, derneklerde ve dost sohbetlerinde verdiğim konferanslar, yaptığım söyleşiler ve sohbetler olmaktadır.

Halen yılda 35/40 konferans ve 25/30 Atatürk Fotoğrafları sergileri açıyorum. Bu konuda gelen taleplerin hepsine yetişmem mümkün olmadığından, zaman zaman ulaşamadığım çevreler de oluyor.

Atatürk Fotoğrafları koleksiyonunuz var, kaç fotoğraftan oluşuyor?

Yaklaşık olarak 5 bin adet fotoğraftan oluşuyor. Özel Atatürk Fotoğrafları koleksiyonum sebebiyle “Atatürk Fotoğrafları Sergileri” açıyorum ve Atatürk’ün daha iyi tanıtılmasına yardımcı olduğumu düşünüyorum.

Nasıl saklıyorsunuz fotoğrafları?

Bendeki fotoğraflar özel şartlar altında ve banka kasalarında muhafaza edilmekte, birer kopyaları da dijital ortamda bulunduruluyor.

Sizde İzmir’in yeri nedir? En çok nereleri gezmeyi seviyorsunuz bu şehirde?

İzmir sevgisi insanın teni gibi kendisi ile asla ayrılmaz bir bütündür. Bilmiyorum, belki de 520 yıllık bir İzmir kökenli ailenin çocuğu olmaktan, belki de kendimi bu şehirle bütünleşmiş olarak görmekten ileri gelen bir “İzmir fanatikliği” tarafım hep vardır.

Bana soracak olursanız dünyanın hiçbir kentini İzmir ile kıyaslamam, kıyaslamaya kalkanı da bir türlü anlayamam.

Bir maça gidip öncelikle sevdiğiniz takımın ya da herhangi bir İzmir takımının maçını fanatikçe seyretmenin, orada her hafta alışageldiğiniz tanış güzlerle selamlaşmanın, atılan bir golün ardında hiç tanımadığınız bir insanla kucaklaşmanın, beraberce tezahürat yapmanın, Kemeralatı’nı dolaşmanın, kalabalığına karışmanın, insanlara çarpa çarpa yürümenin, gece vakti Karşıyaka’da sıcak lokma yemenin ve buna benzer nice tutkuların dünyada bir başka benzerini bulmam mümkün mü ki?

0 Shares:
Bir yanıt yazın
You May Also Like
Devamını oku...

BU DA GEÇER

Geçmez! Öyle sanıldığı gibi kolay geçmez her şey. Çocuk düşüncelerimin, çocuksu hayallerimin peşinden gidemediğim sürece, hayatta tek amacım…