Sosyal medya hayatımıza 2007 yılında ilk olarak Facebook ile girmeye başladı. Önceleri evimizdeki bilgisayarımızda akşamları bağlanarak o anki ne yaptığımızı paylaştığımız sosyal mecra; internet hızının artması, mobil cihazların ortaya çıkması ile artık hayatımızın bir uzantısı haline geldi. Nerede olduğumuzun bir önemi olmadan o anla ilgili paylaşım yapmamız artık çok kolay ve maliyetsiz hale geldi. Eskiden gerçek hayatımızı etkileyen şeyleri sosyal mecralar yolu ile paylaşırken artık sosyal mecralarda paylaştığımız şeyler gerçek hayatımızı etkilemeye başladı. Sosyal medya ile ilgili tartışmalar ve eğitimlerde genellikle bu mecra “dijital ortam” olarak nitelendiriliyor. Bu belki bu işin ilk başladığı zamanlar için söylenebilirdi ancak geldiğimiz noktada artık sosyal medyanın bir “dijital ortam” ya da “sanal dünya” değil tam tersine hayatımızın en önemli faktörlerinden bir tanesi olduğu söylenebilir. Peki nasıl oldu da bu noktaya geldik?
1990 – 2000 yıllarında internetin hayatımıza yeni girmeye başladığı zamanlarda bilgisayarlarımız üzerine dantel koyduğumuz ve evimizin bir köşesinde duran mobilyalar gibiydi. O zamanlar bankalarda işinizi halletmek için bizzat kendiniz gitmek zorundaydınız. Çiçek ve yemek siparişlerinizi telefon yoluyla veriyordunuz. Sosyal mecra kavramı yoktu sadece sosyal anlamda iletişim kurulan internete bağlı ICQ ve MSN Messenger gibi platformlar vardı. Bu platformlardaki çoğu kişi kendi gerçek kimliğini kullanmıyordu ve kullanmakta istemiyordu. Internet üzerinde sosyalleşmekten ya da paylaşımlardan bahsetmek için hiç bir ortam yoktu. Paylaşımlar sadece kişiler arasında oluyordu.
2000 -2007 yıllarında internet kullanımının 5 katına çıkması, internet hızının 10 kattan fazla hızlanması ve kablosuz bağlantıların ortaya çıkması ile artık diz üstü bilgisayarlar kafelerde ve açık alanlarda görülmeye başlandı. Kablosuz bağlantı teknolojileri ile artık fotoğrafları bilgisayar ortamına aktarmak daha kolay hale geldi. Bu durumda insanlar fotoğraflarını göndermek ve paylaşmak için uygulamalar edinmeye ve bilgisayarlarını bunun için kullanmaya başladılar. Sosyal mecralar; bloglar, facebook, myspace ve twitter gibi araçlarla yavaşça ancak artan bir hızda genişlemeye başladı. İnsanlar yaşadıkları deneyimleri eve gidince internet üzerinden paylaşmaya başladılar.
2007-2013 yıllarında mobil cihaz kullanımındaki inanılmaz hızlı yükseliş, sosyal mecraları da bambaşka bir düzeye taşıdı. Artan mobil internet hızı ile birlikte artık insanlar nerdeyse bütün ihtiyaçlarını mobil cihazlar üzerinden görmeye başladılar. Kurumlarda bunlarla ilgili uygulamalar geliştirmeye başladı. Artık sosyal mecra her an her saniye yanımızda olmaya başladı. Bir kazayı, bir konseri, unutulmaz bir anı resmen anlık olarak paylaşmaya başladık. Günlük ve anlık iletişimlerimizin nerdeyse tamamı sosyal mecralar yoluyla yapılmaya başlandı. Toplu oturduğunuz yerlerde bolca mail gelme sesi, facebook iletileri ve whatsapp sesleri duymaya başladık. Nerdeyse yüz yüze iletişimden çok daha fazla sosyal mecralar üzerinden iletişim sağlanmaya başlandı. Bundan 15 yıl öncesine göre en büyük değişim ise insanların artık bizzat kendi istekleri ile isimlerini, yerlerini ve yaptıklarını paylaşmaları oldu.
Son gelinen noktada sosyal mecralar artık kesinlikle “sanal dünya” ayrımından kurtulmuş gözüküyor. Sosyal mecralara artık böyle bakmamız gerekiyor. Bunun sebeplerini özetlersem:
1) Sosyal mecralar, bir mecradan önce sosyal platformlardır.
2) Etkileşimi sağlayan şey yazılımlar değil insan iletişimidir. Yazılımlar sadece etkileşimi kolaylaştırmaktadır.
3) Her sosyal mecra gerçek hayattaki ayrı bir ihtiyaca cevap vermektedir.
4) Sosyal mecralar aslında bilgisayar ve insanlar arasındaki ilişkiyi de göz önüne aldığından dijital ekosistem ve dijital vatandaşlık kavramları önem kazanmıştır.
5) Sosyal mecralar artık paylaşımdan öte kendini ifade etme ve geri bildirim alma yeridir.
Sonuç olarak sosyal mecraların değişen paradigması yazılımlarla değil, iletişimin değişen paradigması ile alakalıdır. Değişen iletişim paradigması ve araçların ortaya çıkmasını sağlamaktadır.