Yaşamak, dibine kadar yaşamak! Hayatın tüm sırlarını keşfedeyim derken yorulmak… Dizlerinin üzerine çökmek… Sıkılmak… İsyan etmek ve dönüp dolaşıp yine bir ucundan tutunup çalışmaya devam etmek. “Bittim” dediğiniz anda “Yettim” diyen kudret ile beraber en karanlık geceleri aydınlık sabahlara bağlayabilmek.
Çok güzel şey yaşamak… Hele ki ciğerlerinize doldurduğunuz nefesin kıymetini, solunum yollarınız tıkanmadan anlayabiliyorsanız, mayına basmadan iki ayağınıza bakıp hayran hayran seyre dalabiliyorsanız, mayına bastıktan sonra ellerinizi fark edebiliyorsanız, savaşı görmeden barışı anlayabiliyorsanız… Hele, kapkara gözlerle ışıl ışıl bakan çocuklara gülümseyebiliyor, onların göz hizasına gelip kocaman öpebiliyorsanız, çok güzel şey yaşamak.
Yaşamın tüm sırlarını keşfedeyim derken yorulmaktır yaşamak. En durgun anlarınızın kıymeti biliyorsanız güzeldir yaşamak. Acıyı da sonuna kadar yaşamak… Gözyaşlarınızı keşfetmek. Onların en güzel haberlerinin müjdeleyicisi olduğunun farkına varabilmek. Bir Anadolu Türküsü dinleyip her dizesine hayran olmak… Hayatın farkına varmak… Yaşamın içine serpilmiş acılarda o kadar güzel tatlar gizli ki. Hele uzun bir yolculuğa çıkmadan evvel geriye dönüp aileye el sallamanın tadı, hele el salladıktan sonra ağır ağır giderken yutkunduğunuzda gırtlağınızda düğümlenen tat… En kısa zamanda dönmek üzere söz verip annenize sarıldığınızda annenin tertemiz saçlarının kokusu…
Yaşamak, huzuru yakalamaktır. Yaprak düşerken mutlu olabilmektir. Dertleri kederleri davullarla zurnalarla karşılayabilmektir. Sessizce onları ağırlamak… Huzurun saklandığı yerleri keşfedebilmektir. Yaşamak; huzuru paylaşımda bulmaktır. Paylaşmak, elinizdekini ortadan bölmek yani… Bir iken iki yapmak… Yaşamı kendileri için çekilmez kılanlar, belki de biri iki görenler? Sevgiye, sevgiliye ulaşınca bir iken iki olduğunu sananlar. Hâlbuki önemli olan bütünleşmek, diğer yarını bulmak değil midir? Yaşamak bu şaşılığın farkına varıp kıymet bilmektir. Kendini diğer yarına adamaktır. Yar’ına adamaktır.
Yaşamak hayal kurmaktır. Uçsuz bucaksız hayaller kurabilmek. Hayallere ket vurulamayacağının farkına varabilmektir. Yüreğinizi bir anda binlerce, milyonlarca kilometre ötesine taşıyabilmek… Hayal kurmak dediysem; güneşe bir kazma, bir kürek ile varıp, oraya mor sümbülleri dikip yeşertebilmeyi düşlemektir.
Güzel şeydir yaşamak. Yürekleri gözyaşlarıyla ıslatmak… Orada sevgiyi yeşertmek… Düşleri yeşertmek, yeşeren düşlerin hasadında sevgiyi kucak kucak toplayıp dosta, sevgiliye gökten yağan yağmur misali baştan aşağı döküvermek… Güzel şeydir yaşamak, umuda sımsıkı sarılmak…
“Bu şehri kurmak için ne yapılırsa yapılsın, bundan sonra artık, tanıdığımız hiç kimse burada olmayacak…” Hep bir şeyleri geride bırakarak, hep bir şeyleri unutarak ve hep değişen bir fonda yapılan bir yolculuktu hayat. Neleri bırakmadık ki geride? En sevdiğimiz oyunları, arkadaşları, kokulu arı maya silgileri, aşkları, umutları, inançları, annemizi, babamızı…
Yine de çaldı müzik, gidenlerin yerine yenilerini koyduk, kaybettiklerimizi, kazandıklarımızda aradık ve yola devam ettik…
Yarın; binlerce ruhun özgürlüğe kavuşacağı ve binlercesinin dünyayı tadacağı gün. ‘Bugün’ olmaya mahkûm olan; bugünden daha çok şey beklenen, daha fazlası umulan gün.”…bir şeyler olacak yarın. Öbür günden önemsiz, bugünden önemli”
“Dün geçti, yarınsa gelmedi, öyleyse hesabını bir nefes üzerine yap.”
“Yarın her şey çok güzel olacak.” Nasıl da inanmak geliyor insanın içinden bu söze! Gerçekliğin soğuk kollarından hayallerin, umutların o sıcacık koynuna geçmek için deli gibi çabalıyor insan. Hiç bir şeyin düzelmeyeceğini bildiğin halde kendine devamlı “Her şey çok güzel olacak” diyorsun ve gözyaşlarını içine akıtıp, hiç kuramadığın, inanmadığın bir hayali giyiyorsun üzerine. Güçlü görünmek için, senin güçlü olmana ihtiyaç duyanlar olduğunu bildiğin için…
Yalanlara inanmak ister mi insan hiç? İstiyor işte. Hem de öylesine çok istiyor ki! İnsanı, ne içtiği içki ne de sigarası uzaklaştırabiliyor gerçeklerden. İşte o vakit, deli gibi istiyorsun bir yalana inanmayı. “Düzelecek” diyorsun. Yalan olduğunu bile bile, düzelmeyeceğini bile bile. Bir umudu yaşatmanın, ona sarılabilmenin huzuru sızıyor yüreğine yavaştan. Ama ya o da sana ait bir yalansa? Ya o da sen öyle olmasını istediğin için oluyorsa? Umut değil de, çöküşünü hazırlayacak bir virüs ise yüreğine sızmasına izin verdiğin? Ne yaparsın o vakit? Yeni bir yalan daha söylersin kendi yüreğine. Tıpkı “yarın her şey çok güzel olacak” gibi, tıpkı “yarın her şey düzelecek” gibi…
Aslında o son masalı hiç dinlemememiz gerekirdi. Masaldı işte! Anlattılar, inandık…